31 Mayıs 2008 Cumartesi

Meşhur Motorum


Sevgili blog, günlük formatında takılmaya devam. Son iki gün de görece eğlenceli geçti. Dün sabahtan auditing sınavı için yola çıktım. Aşırı rüzgarlı bir hava vardı, ciddi biçimde tokatlandım okula kadar. Sınavı hallettim, Bostancı'ya doğru yola çıktım. Köprüde rüzgardan biraz daha dayak yedim, Bostancı'da işimi hallettim, dergiye doğru yola çıktım. Köprüde rüzgar gerçekten korkutucu seviyedeydi. Sürücüsünün henüz yeni aldığı belli olan bir Harley ve onu gözetleyen bir BMW'ye selam vererek yanlarına üçüncü olarak takıldım, köprüyü hep beraber bir halk otobüsünün yanına siper alarak geçtik. Köprü çıkışı tam ilk sapağa gelirken yine benzinim bitti, yedek depoya geçtim, dergiye vardım.

Dergide fotoğraf editörü sayın Cevahir Buğu CuBuF'umu fotoğraf çekimi için kullanmak istediğini söyledi. BusinessWeek'den Osman'la baraber hazırladığımız (aslında benim fikir verdiğim, Osman'ın hazırladığı) motosiklet markalarıyla ilgili bir haber için markası belli olmayacak bir motosikelt fotoğrafına ihtiyaç varmış, biz de çektik CuBuF'u kaldırıma, başladık kağıtla kaplamaya :) Motor bloğu hariç CuBuF'um tamamen kağıt kaplandığında beyaz kağıtları birleştirerek bir de fon hazırladık. Bu iş toplamda 2 saate yakın vaktimizi aldı bu 2 saat boyunca yoldan geçen tüm araçlar "naapıo bunlar yahu" bakışlarıyla neşemizi arttırdılar. Kazasız belasız çekimi tamamladık, BusinessWeek'in bu sayısında CuBuF'um yer alacak gibi görünüyor :)

Bugün de sınav falan, bitirdik bütün günü. Eve geldim uyudum, uyandım bunu yazdım. CuBuF'umda benzin kalmadı, bende de para yok, gezmek pek olası değil. İki gün evde oturmayı planlıyorum.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Akıl-Baş-Motor-Vampir?

Bugün aklın bir karış havada olmasının küresel ısınmaya katkısını ilk elden deneyimleme şansına haiz oldum. Okuldaki müzik sınavından çıkıp (berbattı, sorduğunuz için teşekkürler), bürokratik bir kaç işimi halletmek için Kasımpaşa'ya yola koyuldum. Kasımpaşa'ya vardığımda birkaç ters yönden ilerleme sonucu, ki motorla ters yöne girmek otomobile göre daha kolay, hedefime vararak işlerimi halelttim. Daha sonra bürokratik zımbırtıların ikinci ayağı olan Bostancı'ya doğru yola çıktım. Bu sırada aklımda "eve gidip nüfus cüzdanını alsam mı" şeklinde bir soru vardı, 10km'lik yola üşenip "fotokopisi veya ehliyet yeter yahu" dedim, yola devam ettim (Önemli not:İç sesinizi dinleyin, az sonra anlarsınız neden). Şişhane-Taksim-Dolmabahçe istikametinden ilerleyerek Beşiktaş'a, oradan da köprü yoluna çıktım. Bu arada, motosikletle Gümüşsuyu'dan Dolmabahçe'ye inmemiş olanlara tavsiyem: İnin! İTÜ'yü geçip de Boğaz'ı görünce kaskın içine dolan tuzlu ve serin deniz havası mükemmel ötesi bir his yaratıyor. Hele bir yandan da A Perfect Circle - Imagine dinliyorsanız (John Lennon'dan iyi söylemişler şarkıyı), hakikaten hayatın güzel olduğunu fark ediyorsunuz.

Her neyse, köprüde önümdeki araçla köprünün çeyreği kadar mesafe bırakarak Boğaz manzarasını izledikten ve bir kaç yanlış yola saptıktan sonra Bostancı'ya vardım. Sıramı bekledim, ödenmem gereken kart ücretinin 35 ytl, cebimdeki paranın 33 ytl 80 kuruş olması beni biraz rahatsız etti, ancak asıl rahatsızlığı gişedeki memur "nüfus cüzdanı olmadan işlem yapamayız" dediğinde yaşadım. Gişelerin saat 4'e kadar açık olması, o anda da saatin henüz 2 olması kafamda "acaba eve gidip kafakağıdını alıp dönsem halledebilir miyim" fikrini oluşturdu. Tekrar yola koyuldum, ancak fazlasıyla sakin bir sürüş sonucu eve varmam 40 dakika sürünce geri dönmek konusundaki hevesimi kaybedip Moonlight adlı vampir dizisini izledim.

Bu arada, son günlerde vampirliğe karşı olan ilgim tekrar canlandı, acaba blogu okuyan bir vampir motorcu boş vaktinde bana birkaç damla kan ödünç verebilir mi? Söz, geri ödeyeceğim. Zaten güneşlenmeyi falan pek sevmem, yemekle de aram yoktur, içecekleri severim, kola veya bloody martini yerine sodayla karıştırılmış kan veya hakkaten "bloody" olan bir martini içmek çok da koymaz açıkçası. Oblivion oynamış olanlar bu vampir olayında zaten bana hak vereceklerdir, "Hunter's sight" geceleri işimi kolaylaştırırdı. Sürekli aynı yaşta kalmak da iyi, nasılsa hala içimde ufak bir çocuk var, dış görünüş de aynı kalsa bir şey farketmez.

Neyse, vampir şeysini geçelim. Sanırım okuyanlarla hemfikir olduğumuz bir nokta şu: Sıkıcı bir günde yapılan 100 km yol her bunalmış bünyeye iyi gelecektir, ancak küresel ısınmaya katkıda bulunmak ve akılsız başın cezasını motorun çekmesi konusunda iki kez düşünmek gerekli.

Özet: İçinden gelen sesleri dinle, ara sıra iyi şeyler söylüyorlar.

27 Mayıs 2008 Salı

Bunalık Motorcu

Tekrar selam blog. Bu aralar bunaldıkça sana geliyorum, fark etmişindir. Yarın sınav var, daha bir kelime bilmiyorum, aynı şey perşembe ve cuma günkü sınavlar için de geçerli. İçimde çok yüksek bir gezme isteği var, motora atlayıp uzaklaşmak istiyorum, ama az (hakaten az) da olsa sorumluluk sahibi olduğum için yapamıyorum. Oooof blog, of....


Not: Blogu da iyice günlüğe çevirdim, helal olsun bana.

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Motosiklet

Daha önce uludağsözlük'e yazdığım bir yazım:


Orijinal ileti: uludağsözlük Motosiklet başlığı


...motosiklet...

özgürlüğün ta kendisi.

bir tutkudur motosiklet. kendini özgürce yollara vurmaktır. otomobilin penceresinden görünen dünyanın bir parçası olmaktır. rüzgarı hissetmektir.

riske girmektir motosiklet; brokoli yiyip, lahana suyu içerek yüz yıl yaşamaktansa bol yağlı cızbız köfte ve patates kızartması üzerine bir sigara yakmaktır.

yeryüzünde uçmaktır motosiklet, zincirler arasında yüzlerce yıl yaşamaktansa minicik özgür bir kuş gibi uçarak veda etmektir hayata.

kafa tutmaktır tüm dünyaya motosiklet, size "serseri" diyenlere gülebilmektir.

binlerce kardeşe sahip bir aileye girmektir motosiklet. yol kenarına çektiğinizde yardıma gelen, hiç tanımadığınız motorcu kardeşlerinizle saatlerce muhabbet edebilmektir.

tuzla'dan yeşilköy'e iş çıkışı saatinde 45 dakikada gidebilmektir motosiklet. trafikte sinirlenmemektir, hayatın kötü pençesine yakalanmadan aradan kayıvermektir.

diğer motor aşıklarıyla her hafta buluşmaktır motosiklet, motosiklet sevginizi paylaşmaktır. sevgiyi paylaştıkça arttırmaktır.

aidiyettir motosiklet. yüz motorcuyla beraber şile'ye grup sürüşü yapmaktır motosiklet. altınızdaki motosiklet 300 km'ye çıkabilmesine rağmen gruba uymak, 80km'yle gitmektir.

güveni görmektir motosiklet. arkanızdaki sevgilinizin bütün kontrolü size bıraktıp başını sırtınıza yasladığını hissetmektir.

bağlanmaktır motosiklet, her akşam yargun argın eve gelip saatlerce kromaj parlatmaktır. sevgiyle kaplamaktır motoru, cilayla değil.

bir aşktır motosiklet. tatmayan bilemez.

25 Mayıs 2008 Pazar

Son Beş Gün


Powerade, Motorcu İçeceği


Tekrar selam blog. Meşguldüm, uğrayamadım birkaç gündür. Salıdan beri olanları özetleyeyim, hasret giderelim.

Salı sınav vardı, girmedim. Zaten opsiyoneldi, motorla gezmek daha zevkli geldi, biraz turladım etrafta, sonra işe gittim çalıştım. Çarşamba da önce işe sonra okula gittim, sonrası daha ilginç.

Çarşamba günü Fatih'in ve Alper'in önerisi üzerine Burak'ı da ikna edip ders biter bitmez Zincirlikuyu'da Go-kart yapmak için yola çıktık. Diğerleri arabayla giderken ben de motoruma atladım, pistte buluştuk. Atladık kartlarımıza, başladık pistte turlamaya. 9,5 beygirlik kartların hızlanması baya zevkliymiş, yine de benim CuBuF'um sanki daha iyi kalkıyor, kararsız kaldım; ama kesinlikle go-kartların yol tutuşu CuBuF'umdan daha iyi, frenleri ise eski kontrapedal bisikletler gibi sadece arka tekerleri kilitlemeye yaradığı için garip. Her neyse, pistte geçirdiğimiz 18 dakika Alper-Fatih ikilisinden yediğim bir kaç tura rağmen Burak'tan daha hızlı olmamla şenlendi. Arada sert çarpışmalar falan da oldu, işin zevkinin bir kısmı da oradan geldi :)

Go-karttan çıkınca Fatih'in evine gidip film izleyelim dedik, Burak işe gitti o arada. Alper'le Fatih arabayla, bense motorla yola çıktık. Zincirlikuyu'dan geçerken hemen basıp gidebileceğim halde arabayla aynı hizada kalıp laf atmanın zevkini doyasıya yaşadım :) Bu sırada ufak bi olay oldu, onu da belirteyim:

Trafik yaklaşık 5km/sa hızla akarken arabanın sağından geçen bir motor Alper'in tam önüne çıktı, o da refleks olarak tekeri sola çevirdi. Bu sırada arabanın sol ön lastiğinin hizasında olan bense durup dururken bir anda motorun arkasının kaymasıyla irkildim. Arabanın tekeri sağ arkadan motora temas etmiş, benim arka tekerimi kenara itmişti. Ben de bu olay sonrası arabanın üzerine doğru düşmeye başlayınca sağ dizimle kaportadan destek aldım, tam sola gidon kırıp çok hafif gaz açtım. Motorun dengesini bulmak kolay oldu, ancak sağ yolcu ayaklığım arabanın tamponunda bir-iki santimlik bir göçük ve dekoratif bir çizik bırakmıştı bile.

Fatih'te izlediğimiz "There Will Be Blood" isimli son derece sıkıcı filmin ardından (bu arada film kan olacak diyor, ama sonda çok az bir kan var, değmez o kadar kana) atladım motora, gece saat 11 gibi tekrar yola koyuldum. Takometreye baktığımda depoyu son doldurmamdan beri rezerve geçmeden 385 km yol yapmış olduğumu gördüm, "benzin eve kadar dayanır" diye düşündüm. Ancak E-5 Okmaydanı civarına geldiğimde bu düşüncemde haksız olduğum bir anda ortaya çıktı. Yaklaşık 80 km/sa hızla orta şeritte seyrederken motor bir anda çekişten düştü, debriyaj sıktım, birkaç saniye sonra da tam stop etti. Sağ sinyal verip anında oradaki otobüs durağına girdim, depoyu rezerve alarak yedek benzini kullanmaya başladım, her işi sonuna kadar zorladığım için kendime tekrar küfredip (son zamanlarda zorlama olayı çok mu oluyor ne?) yola devam ettim, eve geldim.

Perşembe de güzel bir gündü blog. Hava 30 derece falandı galiba, mont-kask-eldiven-dizlik kombinasyonuyla motor tepesinde kızarmanın zevkini yaşadım. Önce üç aydır bozuk bekleyen son teknoloji oyun klavyemi servise götürdüm, oradan Taksim Kızılay'a gidip sağlık raporu istedim, "Kasımpaşa Kızılay'a git" dediler. Ben de atladım oraya gittim, "karşı polikliniğe git" dediler, oraya gittim, "resmin yok mu" dediler, evde unutmuşum, boşver deyip sonra almaya karar verdim. Bol miktarda terleyince Powerade aldım, kesmedi bir daha aldım, kesmedi bir daha aldım, motorun yaktığı bir litre benzine karşılık ben 1.5 litre Powerade yaktım. Kasımpaşa'da işimi halledemeyeceğimi anlayınca Ümraniye'ye gidip motorun 1.000km bakımını yaptırmaya karar verdim. Sakin sakin giderek köprüye çıktım.

Boğaziçi Köprüsü'nden otomobille veya otobüsle geçenler manzaraya mutlaka bayılmışlardır. perşembe günü motoru aldığımdan beri 4. kez köprüden geçmiş oldum, ilk defa trafik etrafa bakmama izin verdi. Köprüden İstanbul manzarası gerçekten mükemmel, sağa çekip fotoğraf çekmek istedim ama o sırada hemen arkamda giden polis aracını görünce tırstım, devam ettim.

Bu köprü geçişimden öğrendiğim yeni bir şey ise motosikletle KGS kullanmanın geçekten zor olduğu. Eldiven yüzünden tombul yaprak sarması kıvamında olan parmaklarla kartı ruhsatın yanından çıakrtmak çok zor iş. Hele kartı çıkarttıktan sonra okutup, öndeki engel kapanmadan kalkış yapmak daha zor. 1. viteste motor devri yüksekken debriyajı aniden bırakınca motorun önünün az da olsa kalktığını öğrendim blog, ileride ön kaldırma olayını iyice öğrenmeyi planlıyorum.

Ümraniye D&B'ye varınca motoru Gökhan ustaya emanet ettim, bakıma aldık. Usta subap ayarı, debriyaj ayarı, zincir ayarı, fren ayarları, lastik absıncı kontrolü, sağı solu yağlamak gibi bir sürü işi halletti. Bu arada motorun yağı da değişti, Mobil 1 15W-50 yağ koyduk. Bir dahaki yağ değişimi 2500. km'de, unutturma bana blog. Servis işlemi sırasında Motosiklet.net'ten arkadaşım Olcan da D&B'ye geldi, sohbet ettik. Servis toplamda 1,5 saat kadar sürdü, sonra Olcan'a gidip birer kahve içtik, tekrar yola koyuldum. Bakımdan sonra motor çok daha akıcı hale geldi; vites değişimleri, fren kavraması, debriyaj sertliği çok daha iyi oldu. Bu arada ilk kez motoru gerçekten zorladım, köprü çıkışında 125km/sa hıza biraz zor da olsa ulaştı, sadece önde giden minibüsten biraz aerodinamik yardım aldık, sağolsun kesiyordu rüzgarın fazlasını.

Cuma teyzemin iki oğlunun sünnet düğünü vardı, akşama kadar dergide çalışıp sonra eve geldim, giyinip düğüne gittik. Takım elbise bana yakışıyor, ama kaskımı ve montumu her zaman tercih ederim.

Cumartesi, yani bugün ise bu hafta en çok yol yaptığım gün oldu. Sabah ekenden okula doğru yola çıktım. Mecidiyeköy'e yaklaşırken sağ şeritte 80km/sa civarı bir hızla giden bir yarış motoru gördüm. Boş yolda saatte 150km'nin altında hızlarda giden yarış motorlarına alışkın olmadığım içinn meraklandım, araca yaklaşıp baktım. Yamaha YZF-R125'miş motor, benim CuBuF'umdan sadece 2 beygir daha güçlü ancak on kat daha havalı minik bir yarış motoru. Ben de onun peşine takıldım, rotamda olmadığı halde Mecidiyeköy'e girdim, trafik ışıklarında sahibiyle az sohbet ettim.

Her neyse, Yücelen'le buluşup Perakende Yönetimi dersi için proje yapmaya başladık. Yücelen, Erhan'la beraber otobüsle Akmerkez'e, oradan da MetroCity'ye gitti, ben ise İstinye Park'a doğru yola çıktım. Daha önce İstinye Park'ın önünden sadece bir kez arabayla geçmiştim, o da kaybolmam yüzündendi, yine de yolu kolay buldum. Orada birkaç fotoğraf çekip MetroCity'ye gittim, Yücelen'le buluştum. Orada da foto çekip Profilo'ya yola çıktım, sonra Astoria'ya döndüm. Tüm bu alışveriş merkezlerinin birinin bile otoparkına para vermedim :) (İstinyePark ve Profilol otoparkları zaten ücretsizmiş bu arada :P). Sonra Taksim'e çıktım, Fatih'in doğumgününü kutladık. Sonra bir arkadaşımı okula bırakıp eve döndüm. Bu arada okuldan eve olan yaklaşık 10km'lik yolu almak trafik olsa bile 10 dakika sürüyormuş :)

Şimdilik bu kadar, çok yazdım zaten.

Çıkaracağımız dersler:
1-Arabalara fazla yakın gitmek hayırlı değildir.
2-Çoğu şeyde fazla zorlamak iyi değildir.
3-Köprü manzarası mükemmel, ama köprüde durup fotoğraf çekmek iyi değildir.
4-Debriyajı aniden bırakmak motorun ön kaldırmasına yol açabilir.
5-Otoparklara para vermemek çok zevkli.

20 Mayıs 2008 Salı

Kask Takmış Sivrisinek Etkisi

Sevgili blog, bugün motosiklet hayatımın onuncu böcüğünü yutmaktan son anda kurtuldum. Çevreyolu'nda Halıcıoğlu çıkışına doğru saatte 80 km hızla ilerlerken açık olan vizörden içeri giren pis böcük, önce ağzımı sonra da burnumu zorladı, ama yüksek konsantrasyonum ve başarılı sürüşüm sayesinde amacına ulaşamadı :) Hakkaten yüksek hızlarda vizörü kapatmak lazım. Bu böcük ufak değildi ama etkisi büyük oldu, daha büyük bir böcük kask takmış sivrisinek etkisi yaratabilir, dikkat etmek lazım.


Buradayım, Tekrar Yoldayım*

Cuma günkü insanlık için küçük, benim için büyük kazamdan sonra bugün tekrar yollara döndüm. Geçen perşembe beraber aldığımız Suzuki Burgman 400'üyle Silivri'den gelen dayımla Topkapı'da buluştuk, biraz gezmek için yola çıktık.

İlk önerim olan Kilyos hedefi dayım tarafından pek gerçekçi bulunmadı :) Açıkçası gidesim vardı, o orman yollarında motor kullanmanın keyfini tekrar yaşamak hoş olurdu. İkinci önerim Bebek'te kahve içmek oldu, dayım tarafından kabul edildi, iki acemi motocu olarak yola koyulduk. Boğaz kıyısında motor kullanmak gerçekten dünyanın en zevkli aktivitelerinden biri, serin ve tuzlu deniz rüzgarı ve hafiften gelen balık kokusu ile muhteşem manzara (ki bu manzara gerçekten dikkat dağıtıcı, önceki araçla kucaklaşma olasılığına karşı ya aşırı bir takip mesafesi lazım ya da manzaraya bakmamak) muhteşem.

Her neyse, Topkapı'dan Aksaray'a trafikte araçların arasına fazla girmeden ulaştık. Eminönü yönü fazla tıkalı olduğu için Unkapanı köprüsünde balık kokusu alarak Tarlabaşı yokuşuna devam ettik.

Bu noktada yeni motorcu arkadaşlara bir not düşmek istiyorum: Tarlabaşı'ndan geçmeyin! Yokuş yukarı, ilk kez motorla geçişte keskinliği kestirilemeyen, psikopat minibüsçü-taksici-dolmuşçu üçlemesinin önemli öğeler arasında olduğu, asfaltın kaldırım taşı kıvamına geldiği bu yolda otomobille kendimi güvensiz hissederken motorla girmenin cidden tehlikeli olduğu son derece açık. Zaten buradan Unkapanuı->Taksim yönünde olan her iki geçişimde de ikişer kez araçlar tarafından sıkıştırıldım ve virajda şeritten taştım.

Taksim'den sonra Dolmabahçe üzerinden Beşiktaş'a ulaştık, daha sonra sahilden Ortaköy'e gittik. Beşiktaş-Ortaköy arası trafik olduğunda o yol çekilmez oluyor. CuBuF'um şehre göre tasarlanmış son derece çevik bir motor olduğu için rahatça aralardan geçebiliyorum, ancak dayım Burgman'ıyla tıkalı trafikte zorlandığı için uzun süre sıcak altında motorumu ve kendimi ısıttım.

Bu arada farkettiğim eğlenceli bir şey, kaskın güneş vizörü kapalı ama normal vizörü açıkken otobüsteki kızlara çaktırmadan göz atabildiğiniz :) Akan trafikte yapmayın, ancak duruyorken son derece eğlenceli bir aktivite. 25T'deki kırmızılı bayana sesleniyorum; baktığını gördüm, eğer bunu okuyorsan yorum bırak :)

Ortaköy'den sonra yol açıldığında trafikte fazla beklemenin de bir motocu için sağlıklı olmadığını öğrendim. Yol açıldığı an birer saniye arayla 1-2-3-4 ve 5. viteslerle 90km hıza ulaşmak insanı hem rahatlatıyor hem de serinletiyor, ancak şehir içi hız limiti de çoktan aşılmış oluyor.

Bebek'te içtiğimiz birer kahveden sonra dayıma üniversitemi gösterdim, ardından Feyizoğlu'ya giderek motor aksesuarı baktık. kendime sağlam bir kilit aldım, motoru bir aydır kilitlediğim çakma bisiklet kilidine kıyasla yirmi kat daha sağlam göründü gözüme. İnşallah hırsız adaylarına da öyle görünür.

Dayıma iyi yollar diledikten sonra mahhalleme geri döndüm. 8-10 km/s hızla mahallede dolaşıp eski günlerimi yad ettim. Eve döndüm, babam beni camda karşıladı. Hemen aşağı gelip motorla bir tur attı, üçüncü kullanışında üçüncü kez "zor oğlum bunu kullanmak" deyip motoru yerine çekmem için bana vardi :)

Son derece sıkıcı bir gün, buradan çıkaracağımız sonuç her kuşun eti yenmez.

*Here I am, on the road again
Metallica - Turn the Page

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Bir Düşüşün Anatomisi

1.000 km kutlamamda bahsettiğim 16 Mayıs düşüşümün ayrıntılarına girersek... Baştan düştüm diyorum, heyecanı kaçsın hikayenin :)

Bir önceki gece kafamı bulandıran olaylar (ayrıntıya gerek yok), Akatlar'daki dergimden çıkıp Boğaziçi Üniversitesi'ne yol aldığım sırada hala aklımdaydı. Her zamanki gibi kaskım başımda, montum üzerimde, eldivenlarim ellerimdeydi. O an için tek eksik olan dizliklerim ise dayımın yeni aldığı, aldığı gibi Silivri'ye kadar kullandığı yeni motoruyla beraberdi. Etiler'de her zamanki 30-40 km/s hızındaki sürüşüm yerine 50km/sa civarındazla ilerliyordum. Nispetiye Caddesi'nde öğle saatleri için çok az olan trafik de içimdeki sürat canavarını ufaktan dürtmüştü.

Şu ana dek üç hatam yeterince ık olmalı: Dikkatsizlik, eksik koruma, fazladan hız.

Caddenin sonuna gelirken, Boğaziçi Uçaksavar Yurdu'nun önünde hafif yokuş aşağı eğimli yolda, şeridin sağ kısmından saatte 30-35 km civarında bir hızla ilerliyordum. Tam döner kavşağa girecekken, önümdeki araç sağa dönüş yaptı... Olanlar o zaman oldu....

Aracın dönüşü sinyalsizdi, tabii güzel şehrimiz İstanbul için sıradışı bir olay değil. Yaklaşık 1.5 saniyelik mesafeden takip eden bense o anda gözümü gösterge paneline çevirmiş, bir yandan motor freniyle yavaşlamak için vites göstergesine bakıyor, bir yandan da önceki akşamı düşünüyordum. Gözlerimi yoldan ayırdığım sürenin yarım saniye olduğunu tahmin ediyorum. Bu yarım saniye de 1,5 saniyelik takip mesafemden düştüğünde, geriye fren yapmak için 1 saniye sürem kaldı.

Motosikletlerin fren sistemi çok ilginç bir yapıya sahip. ABS'si olmayan bir motorda (ki benim CuBuF'um da böyle bir motor), fren yaptığınızda ön tekerin kilitlenmesini engelleyecek tek şey sizsiniz. Eğer arka tekeri kilitlerseniz arka kayar, düşme riskiniz olur. Eğer ön tekeri kilitlerseniz çok yüksek olasılıkla düşersiniz, çünkü motosikleti dengede tutan şey ön tekerdir.

1 saniye içinde aklımdan geçenleri yazmak uzun sürmüyor, sadece "Asktr" kelimemsisi yeterli. 30 km hızla giderseniz saniyede yaklaşık 10 metre yol alırsınız. Eğer iki frene birden basar ve önü kilitlerseniz bu 10 m'nin sadece 5'inde durabilirsiniz, ancak bu duruş sırasında motor altta siz üstte değil, motor üstte siz altta olursunuz. Ön freni kilitlediğimde gidon sol-sağ-sol biçimde sarsıldı, sol dönüşün sonunda kilitlendi. Bu sırada motor altımdan sağa kaydı ve beni nazik bir biçimde geldiğim ve geri döneceğim toprakla yüz yüze bıraktı.

Yerdeki ilk saniyem görece eğlenceliydi. İnsan sürekli yerden 1,5-2 metre arası bir yükseklikten dünyaya bakıyor. Yere 10cm yüksekten bakınca her şey çok daha farklı görünüyor. Tabii aniden acıyan sol diz, sol bilek ve sağ bacağınızı saymazsak. Etraftan koşan insanlar hemen yolun ortasında duran motorumu kaldırmaya çalıştılar, ancak 150 kiloluk bir motoru sağdan soldan tutup kaldırmanın kolay olmadığı gerçeğiyle yüzleştiler. O sırada kaskımı çıkarttım, eldivenlerimi kaldırıma fırlattım, çantamı ve montumu kaskın yanına koydum, CuBuF'umu kaldırıp kenara çektim. Yanıma yanaşan yaşlı bir amca bir şişe su söyledi bana, garson hemen getirdi.

Yaklaşık beş dakika yol kenarındaki pastanede oturduktan sonra kalkmaya karar verdim. Suyu ödedim, tekrar tüm korumaları giydim, okula doğru yola koyuldum.


Özet: Düşmez kalkmaz kişiler arasında motorcular yer almamakta.

İlk 1.000 Kilometre Tamam, Taze Motorcudan Sürüş İzlenimleri




Geçen ayın 15'inde aldığım Honda CBF150'mle cuma günü ilk 1000 km'yi tamamladım. Çömez motorcu olarak izlenimlerimi yazmak istedim:

Vitesli motora alışmak kolay olmuyormuş, hele ki benim gibi trafikte otomobil tecrübesi de az olan birisi için gayet zor bir süreç. Gazı ayarlamaya alışmak zaman aldığı için ilk 500km'de tüm yavaş dönüşlerde tam debriyaj kullandım, 2. 500'de çok yavaş dönüşler dışında gazı kontrol etmeyi öğrendim. ilk 300 km'de iki kez yavaş dönüşlede motoru stop ettirip devrilmem de gazı kontrol edemememden kaynaklandı.

Trafikte ilk başlarda araba gibi gitmeye çalışsam da motora hakimiyetim arttıkça aralara girmeye başladım. Dur-kalk yapan trafikte bunu yapmak nispeten kolay, ancak 10-20 km gibi bir hızla ilerleyen trafikte aradan gitmek çok riskli geliyor.

Kontra tekniğini bilmekle uygulamak arasında büyük fark olduğunu gördüm. İlk 200 km boyunca kontrayı kullanamadım, her virajı 40'ın altında hızlarla döndüm. Boş yolda yaptığım pratikle alışmaya başladım.

Trafikte kimsenin beni görmemesine alıştım. Önüme kıran araç sayısının üçten az olduğu günleri iyi gün saymayı öğrendim. Dikkat oranım ciddi anlamda arttı.

Halen alışamadığım şeyler arasında frenlerin kilitlenme noktası var, özellikle ön frenin ne zaman kilitleneceğini bilemiyorum, bu yüzden cuma günü yaklaşık 30km/s hızla giderken önümdeki aracın aniden dönüş yapmasıyla ben de fren yapıp ön tekeri kilitledim, düştüm. Ful korumanın önemini gördüm, dizliklerimi dayıma ödünç vermiştim, dizlerimde ufak çizikler var, yara bandıyla iyileşmeyecek bir şey değil.

ilk 1.000'in hikayesi kısaca bu, her önemli kilometrede tekrar yazacağım.

Prologue

Sevgili blog...

Blog sevmeyen bir insan olarak bir blog açmak garip geliyor, ancak motosiklet.net'te sürekli yazmak kolay olmayacak, ben de buradan diğer eksik tekerli arkadaşlarıma ulaşmayı planlıyorum. Bakalım, batırmazsak iyidir. Hayırlı uğurlu olsun.